Daima Tiyatro yazarı Eda GEVEN’in Dogville yazısı:

Kaynak: http://www.daimatiyatro.com/2019/02/dogville-versus-tiyatro.html


Dogville: Versus Tiyatro’nun Sezona İmzası

Farklı işleriyle sahnelerde görmeye alıştığımız Versus Tiyatro, bu kez de Dogville’le adından söz ettirmeyi başarıyor. Kayhan Berkin, Lars von Trier’in kült filmini tiyatroya uyarlayarak zor bir görevin altından kalkıyor; kalabalık oyuncu kadrosu da, hikayenin temel taşını oluşturan toplumsal değerleri daha çok sorgulamamızı sağlıyor.

Versus Tiyatro’nun bu sezondaki izi Dogville, her tiyatroseverin alkışlaması gerekenlerden. Filmi izleyenler bilir, mafyadan kaçan Grace, dağların arasında kalan Dogville kasabasına sığınır. İlk önce kasabalılar bu yabancıyı aralarına kabul etmekte kararsızdır. Oylama sonucunda, yaşamlarının yeni sakinine hoş geldin derler. Ancak bir süre sonra Grace için bu karşılama pek hoş bulunmaz. En gencinden en yaşlısına herkesin işkenceye varan tutumlarına maruz kalır ama yine de kasabada kalır. En sonunda, ihbar üzerine yakalanır. Mafya babasıyla yüzleşir ve intikamı da acı olur.

Oyunda tüm değerlerin artıdan eksiye doğru uzanışını izleriz. Ahlakla başlayan ve ahlakı temel alan konuşmalar, en ahlaksız davranışlara dönüşür; hoşgörüyle ve şefkatla başlayan her hareket, şiddetli ve saygısız bir hal alır; başta Grace olmak üzere herkes mütevazı ve anlayışlıyken bencillik ve kibir birbiriyle yarışır. Kötü olan ne varsa, sonunda her şeyin müsebbibi ve kurbanı olur. Film beyaz perdede yerini aldığından beri, izleyenlerin tüm bunları sorguladığı kesin. Her şeyi kanlı canlı karşımızda izleyince, bu kez daha derinden sorguladığımız kesin. En çok da, ahlak dediğimiz o yüce değer ve ahlaklı geçinip de ahlaksızlıkta sınır tanımayanlar aklımın bir köşesinde.

Dogville’i bir film olarak tasarlamak, çekmek zor ama asıl zoru bunu tiyatro sahnesi için yeniden uyarlamakta ve izleyicilerin beğenisine sunmakta. Kayhan Berkin, bu konuda üstüne düşeni fazlasıyla yapmış. Bir anlatıcıyla Dogville kasabasına giriş yapılıyor, sonra kasaba halkı sırayla mekanlarında yerini alıyor. Biz izleyenler de yavaş yavaş Grace’in hikayesine kendimizi bırakıyoruz. Aralarda söz yine anlatıcının. Olaylar sadece anlatıcı ve oyuncular arasındaki çizgide gidip gelmiyor. Bir de gopro kamera var ki, oyuna sinema havası katıyor. Kamera spot ışığı gibi oyuncuların üstüne tutulurken, bizler de karşıya yansımasını izleyerek olaylara ve tepkilere daha yakından şahit oluyoruz. Oyunun sahnelenme tekniğindeki bu en can alıcı unsur, oyunun hareketlenmesini sağlıyor ve bir bakıma tiyatroyla sinemayı tek bir sahne üzerinde harmanlıyor. ‘Sinematografik Tiyatro’nun ne olduğunu böylece görmüş oluyoruz. En sonunda Grace’in babasıyla diyaloğunun kısa bir film olarak izlemek de, oyuna ayrı bir tad kazandırıyor. Bence Lars von Trier de izleyiciler arasında yerini almalıydı.

Oyunun kahramanları Cantürk Çolak, Cenk Doğar, Ece Çeşmioğlu, Esra Yaşar, Güzide Arslan, Gökhan Gürün, Mehmet Yılmaz, Müfit Aytekin, Nihan Aypolat, Olcay Yusufoğlu, Rüzgar Aksoy ve Şerif Erol sahnede tam da olması gerektiği gibi, ne eksik ne abartılı. Uyumlu ve dengeli oyunculukları da cabası. Grace’in hassas halleri Ece Çeşmioğlu’nda, Tom’un ukalalığı Rüzgar Aksoy’da çok iyi oturmuş. Gökhan Gürün’ün görme engelli karakteri canlandırması takdire şayan. En çok da Olcay Yusufoğlu’nu takdir etmek gerek, anlatıcı olarak başından sonuna kadar enerjisininden hiçbir şey kaybetmediği gibi tüm oyunu da aynı enerjiyle sonuna kadar ayakta tutmayı başardığı için.

Dogville, Amerika’da geçmesine rağmen Avrupa’da bir tiyatro dekorunda çekilmiş. Oyunda ise kasabayı anlatan, evlerle ağaçların yerleştirildiği bir sahne beklerken, beyaz çubuklarla sınırları ve tebeşirle de ev sahiplerinin isimleri çizilen farklı bir dekor karşılıyor bizi. İki dağ arasına sıkışıp kalan Dogville kasabası, bundan da iyi bir sahne düzeniyle anlatılamazdı sanırım. Bir iki metal bardak ve küçük ekmek dilimleri dışında oyunda dekor diyeceğimiz pek bir şey yok gibi. Onun yerine oyuncuların pantomim ustalığını konuşturduğu, açılan perdeden çalınan kilise çanına kadar tüm dekoru zihnimizde canlandırma görevini izleyicilere vermesi var. Daha salona adımımı atar atmaz ‘nasıl yani?’ merakımı uyandıran ve böylece oyuna ilgimi çeken bu dekorun mimarı Gökhan Kodalak’ı alkışlayalım o zaman.

Nerdeyse ilk provaya başladığı yaz aylarından bu yana konuştuğumuz Versus Tiyatro ve Dogville’i sezon boyunca da konuşmaya devam edeceğimize benziyor. Farklı bir dekor, film ve tiyatro karışımı sahneleme tekniği, iyi bir uyarlama ve inandırıcılıkta tam puan alan oyuncularla bence siz de Dogville sohbetine ortak olun. Oyun sonunda beğeninizi anlatan çok gündeminiz olacak. Şimdiden iyi seyirler…

 

***Fotoğraflar için Gökhan Gürün ve Versus Tiyatro’ya teşekkürlerimle…
X